Tuesday, January 22, 2008

ÇOCUKLUĞUMDAKİ KARANLIK KORKUSU

[5] Vizual


3-4 yaşlarındaydım. Babam Mardin Nusaybin’de Jandarma komutanı idi. Evimiz Nusaybin Derbesiye köyünün tek betonarme eviydi. Köyün dışında küçük bir tepenin üzerindeydi. O zaman Nusabin’de elektrik yoktu. Geceleri zifiri karanlık olurdu. Annem babamın görevi nedeni ile biraz tedirgindi. Babam akşamları kaçakçıları kovalamağa çıkıyordu. O zaman evimizi zifiri bir karanlık sarardı. Zaman zaman evimizin tam karşısındaki mezarlıkta cenazeler defnedilirdi, karanlıkta… Yöre adetine göre… Tüylerim ürpererek gizlice seyrederdim o ışıkları, karanlıkta yürüyen grupları ve merdiven üzerinde taşınan ‘cansız’ vücutları, pek anlamadan ne olup bittiğini…

6 ay sonra annemin ısrarları sonucu, babam kariyerinden vazgeçti ve hak etmiş olduğu emekliliğini istedi. Istanbul’un o zamanki bir sayfiye semtinde bir ev aldık. Evimizin geniş bir bahçesi vardı. Serin yaz akşamlarında ön bahçede yemek yer hoş zaman geçirirdik. Hatırlıyorum, zaman zaman babam beni kasıtlı olarak arkabahçeden bir şeyler almağa yollardı. Geceleyin yalnız başına arkabahçeye gitmeye korkardım. Onlarda gülüşür, şen şakrak eğlenirdik.

Çocukluğumdaki karanlık korkum giderek azalsa da beni uzun yıllar takip etti. Zamanla, bir duyarlığa ve tedbir duygusuna dönüştü. Merak ediyorum, acaba Nusaybin’de 3-4 yaşlarında yaşadıklarım olmasa yine benzer bir karanlık korkusuna sahip olur muydum? Sanmıyorum. Olmazdım… Ama bakıyorum bir çok kişi karanlıktan çekiniyor ya da korkuyor. Bir çok farklı ve tamamen haklı nedenlerle.

Peki, öyleyse, nedir karanlığı bu kadar korku kaynağı yapabilen şey? Karanlık niye korkunçtur? Korkunç olan karanlık mı yoksa bizim içimizdeki bir şey mi korkmamıza neden oluyor? Ürküşümüze neden olan karanlığa gizli şey, acaba gerçekten orda mı, yoksa başka bir yerde mi? Sahiden, niye görmediğimiz bir şeyin başka yerde değil de, ille de, orada karanlıkta olduğunu düşünüyoruz?

Karanlığı ürkütücü yapan elle tutabileceğimiz, somut ve nesnel bir şey olmaması… Tıpkı zaman gibi… Anlaşılması zor… Tarifi zor bir şey… Hele soyut ile somut arasındaki farkı henüz bilmeyen 16 yaşından küçük insanlar için… Karanlık kapı, duvar, masa gibi dokunabileceğimiz bir nesne değil. Karanlık yorgunluk, üzgünlük, gibi bir şey… Onun zıttı olan aydınlıksa sevinç, neşe gibi… Kısacası karanlık ve aydınlık bir nesneden çok bir durum ve bir ruh hali…

Karanlık hem bir fiziki durum hem de bizim o duruma ilişkin algıladığımız ruh hali… Eğer evimizde bulunan eşya üzerine öğlen güneş ışığı düşüyorsa evimiz aydınlıktır. Eşyadan yansıyan güneş huzmeleri gözümüze kadar yeterli miktar ve güçte gelir. Fakat akşam üstü olunca giderek güneşin ışık şiddeti azalır. Önce belirli renkler solmaya ve gri olarak gözükmeye başlar. Sonra hepsi alaca karanlıkta grileşir ve tam karanlıkta kaybolur.

Maalesef karanlıkla etkileşmemiz, modern hayatta, doğadaki gibi olmaz. Bizler günlük yaşamlarımızda sık sık aniden aydınlıktan karanlığa ya da tam tersi, karanlıktan aydınlığa geçeriz. Örneğin akşam herkese iyi geceler diledikten sonra çocuk odasına giderken ilk önce aydınlıktan karanlığa sonra kendi odasının ışığını yakınca aniden karanlıktan aydınlığa geçer. Ya da geceleyin otomobil kullanırken, karşı yönden gelen arabalar sık sık gözümüzü kamaştırır.

Otomobil, uçak, herhangi bir taşıt kullanan kişiler geceleyin gece görüşü kurallarına uyarlar. Uçak pilotlarının gece uçuşu gün ışığında uçuştan farklı bir görüş tekniği içerir. Gün ışığında hedef nesneye dosdoğru bakmanız gerekir. Geceleyin, hedef nesnenin biraz yanına bakmanız gerekir. Gözünüzü oynatarak hedefi tarayışınız “merkez-dışı” görüşünüzü mümkün kılar. Geceleyin, özel bir neden olmadıkça, hedefe dosdoğru bakmamanız gerekir.

Bunun açıklayış nedeni gözümüzün ikili yapısında yatar. Huniler gün ışığında ve çubuklar geceleyin çalışır. Çubuklar hunilerin çevresinde yer alan bir çember üzerindedir. Huniler çalışmak için daha yüksek ışık yoğunluğuna ihtiyaç duyarlar ve çalışışları yarı karanlıkta durur. Çubuklar ışık yoğunluğunun 1 / 5000’inde çalışabilirler. Çubuklar karanlıkta ışıkta olduğundan 100 bin kez daha hassastırlar. Bu yüzden gece çalışırlar.

Sorun şudur; çubuklar gün ışığında ne yapar? Çubuklar gri perdelerinde bir görüntü sağlar, huniler ise renkli… Çubuklar ışığa maruz kaldıktan kısa bir süre sonra duyarlıklarını kayıp ederler. Bunun anlamı, bu az duyarlığın çevre görüntüsü için kullanıldığıdır.

Kısacası, görmek bizim kendiliğinden zannettiğimiz gibi basit bir iş değil… Görmek yeteneğimiz farklı ışık şiddetlerinde farklı miktarlarda… Yani her koşulda aynı kalitede göremiyoruz. Karanlıkta görme yeteneğimiz gündüz ışığına göre daha az… Araştırılırsa, görmek yeteneğimiz yalnız ışık şiddeti ile sınırlı değil, başka sınırlarımız daha var… Ard ard hızla hareket eden nesneleri sanki tek bir nesne hareket ediyor gibi görüyoruz örneğin…

Görmek yalnız gözün işlevleri ile sınırlı değil tabii… Beynimiz gözlerimizin gördüklerini önce algılıyor sonra anlıyor. Beynimizin görsel algılayışında da bazı sınırlarımız var tabii… Örneğin art arda çok hızlı olarak gerçekleşen iki olaydan ikincisini bazı durumlarda algılayamıyoruz, buna zihinsel göz kırpış diyorlar, bilim adamları…

Bizi Yaratanın verdiği görme yeteneklerimiz, içinde bulunduğumuz ortam özellikleri aniden değişince belirli bir uyum zamanı gerektiriyor. Karanlığa aniden girince, gözümüzdeki çubuk hücreler devreye girip huniler devreden çıkıncaya kadar kısa bir süre geçer. Karanlık bir ortama girdiğinizde zihninizin gözünüzden sağlıklı bilgiler alabilmesı için kendinize zaman tanıyınız.

Yaşam içinde, hepimiz, alışageldiğimiz koşulların aniden değişişi ile karşılaşabiliyoruz. Sorun, yalnız koşulların değişmesi değil gerçekte kendimizin de değişmesi… Çünkü biz farkında olalım ya da olmayalım, vücudumuz ve zihnimizin çalışma biçimi koşullara göre değişiyor. Küçük bir çocuk aniden kızamık oluyor, bir yazılım mühendisi proje sonunda zorlanıyor, bir pilot ve yardımcısı kötü hava koşullarında iniş yapıyor ya da uçakların çarpışmaması için onları birbirlerinden uzak tutan bir hava trafik kontrolörünün aniden önündeki radar sistemi bozuluyor…

Aniden karanlıkta kaldığınızda, sanıyorum radar görüntüsünü kaybetmiş bir hava trafik kontrolöründen öğrenip kullanabileceğiniz birkaç numara olabilir. Onun, en azından elindeki uçakların durumlarının yazılı olduğu stripleri vardır… Örneğin merdivenlerden inerken ışık sönerse düşmemek için belirli referans noktalarını, trabzanı, merdivende nerede olduğunuzu aklınızda tutmuş olmanız gerekir.

Karanlık korkulacak bir nesne değil bir durum bir ruh halidir. Karanlıkla baş edebilmek için daha önce aydınlıkta yaratmış olduğunUZ referans noktalarınız olmalıdır. Hayatta herşey kendi ellerimizde değil ama en azından ‘kendimizi bilmek’ güçlüklere karşı bizi daha güçlü kılabilir.



Ali Riza SARAL

Not: Bu yazının ana dayanakları:

1. Ali Rıza SARAL, GECE GÖRÜŞÜ: HAVACILIK İÇİN EĞİTSEL BİR BENZETİŞ
http://largesystems-atc.blogspot.com/2008/01/gece-gr-havacilik-iin-eitsel-bir.html

2. Chip HEATH and Dan HEATH, MADE TO STICK – “the curse of knowledge”
Ali Riza SARAL
, YAPIŞAN DÜŞÜNCELER, http://alirizasaral.blogspot.com/2007/04/yapian-dnceler.html

3. Kristen BROOKE BECK, HOW TO BE A DAMN SEXY MAN– “4. Let the kids turn the page”
http://kristenbrookebeck.blogspot.com/2008/01/how-to-be-damn-sexy-man.html

4. AVIATION MEDICINE, Night Flight, http://www.pilotfriend.com/aeromed/medical/night_vision.htm Helicopter Flight, http://meanwhile.com/?domain=helicfi.com
.
5. Gavrus BOGDAN, Vizual, http://gavrusphoto.blogspot.com