Monday, October 29, 2007

MATCHING – THE ROLE OF EMOTIONS IN ENGINEERING

You may wonder what relation do emotions have with engineering… Engineering is considered mostly in relation with mathematics and other positive sciences. This misconception arises from the wrong systems definition that we use to make. A system may roughly be defined as a structure that produces certain outputs for certain inputs outcome of which may be affected by some distortions from the environment. Although there exists a user in the real life which is excluded in this definition…

The inclusion of the user to the definition of the system may become a necessity in some cases. The complexity or largeness of the systems that are used requires the inclusion of the user to the system design. For ex. the safety and security of an airplane depends largely on the flight crew. Thus the system is designed according to this phenomenon.

An Air Traffic Control system, a nuclear reactor or even a traditional electric reactor, any system of which safety or security is vital depends on a single main human feeling: TRUST.
The pilots have to trust the air traffic controllers, the controllers have to TRUST the control devices and the engineers who develop and maintain them. The difficulty is not to assemble an electronic device box or running an assembler program but to BUILD THE TRUST of the users to this box or program.


Indeed, if you think a little bit, you may share the idea that, even though it is never expressed explicitly, from requirements to delivery and, from the calculation of costs to long term maintenance and enhancement, all over the project lies small and large, many conditions, suggestions and advises related to TRUST.

A good and successful engineer is one that you can easily trust, one that works like worshipping, one whose word is always true and when it is not, one who makes all the sacrifices to make his word come true with dignity, one who has no lies, no tricks, no guiles, one that can never be bribed, one does everything in his hand not to bribe and when he is obliged to do so one who knows very well that bribing hurts his very own efforts. Bribery and other kinds of social decay hurts first of all the feeling of TRUST in LARGE SYSTEMS and the projects that develop them.

When inspected closer, it can be easily seen that emotions such as fear and compassion may play secondary but important roles in some of the engineering projects… These effects can be observed in the behaviour of the teams at the end of the big projects or in the behavioural patterns of people performing jobs that may affect the lives of many people… The management of a project is not the application of some patterns such as MIL498, ISO12207 in a ‘military style’ without understanding their spirit.

The ability to control the motivation of a team and to lead it successfully through an engineering project lies in managing the emotions of that team. If you suggest otherwise, I would like to pose this question to you: The job is exciting, the payments are satisfying, then why do some of the engineers commit suicide?

You can find the name of a vitally important article related to this subject below at the end of my article. You may not only find the basis of some of my opinions above, but also health problems related to concentrating too much for too long durations, etc. which are related to the affective fundementals of large systems psychology. I will be concentrating on affections – affective disorders etc. subjects related to emotions in engineering in the near future.

Of course, belongs the last word to CONSCIENCE… European Organisation for the Safety of Air Navigation(EUROCONTROL)’s civil servant evaluation form which is filled every two years, has 12 items. One of these 12 items is ‘professional conscience’. May the forthcoming LARGE SYSTEMS companies of our ountry not forget the ‘professional conscience’ in their personnel evaluations. May our country not ‘give herself up’ to the European Union just for realizing this kind of simple things…

Ali R+ SARAL

Note: Please continue to Brian Bayly’s The Brain’s Internal Reward from Matching which you can find on the Internet. I have done a Turkish translation and editing of this article also. You may find it in the same blog. It resides here in the Turkish version.

Tuesday, October 16, 2007

EŞLEŞTİRMEK - MÜHENDİSLİKTE DUYGUNUN YERİ

Mühendislikle duygunun ne alakası var diye soracaksınız belki… Mühendislik daha çok matematik, fen gibi pozitif ilimlerle ilgiliymiş gibi algılanır. Bu yanılsayış biraz da yapmağa alışa geldiğimiz sistem tanımından kaynaklanır. Bir sistem belirli girişlere karşılık belirli çıkışlar üreten bu arada belki çevreden kaynaklanan bozucu işaretler de alan bir yapı olarak tanımlanır. Oysa bu sistem tanımında dışarıda kalan kullanıcı da vardır gerçek hayatta…

Kullanıcının sisteme dahil edilişi duruma göre bir gereklilik halini alabilir. Kullanılan sistemlerin karmaşıklığı ve büyüklüğü yani LARGE SYSTEMS oluşu kullanıcının sisteme dahil edilişini zorunlu kılar. Örneğin bir uçakta sistemin güvenliği ve emniyeti büyük ölçüde uçuş ekibine bağlıdır. Sistemin tüm tasarımı buna göre yapılır.

Bir hava trafik kontrolü sistemi, bir nükleer ya da geleneksel elektrik santralı kısaca emniyet ve güvenliğin belirleyici olduğu büyük sistemler ana olarak tek bir insan duygusuna dayanır: GÜVEN. Pilotlar kendilerini yönlendiren hava trafik kontrolörlerine, kontrolörler kullandıkları cihazlara, onları geliştiren ve bakımlarını yapan mühendislere GÜVENMEK zorundadırlar. Zor olan bir elektronik cihaz kutusunu bir araya getirmek ya da bir bilgisayar programını çalıştırmak değil ona olan GÜVENİ İNŞA ETMEKtir.

Aslında şöyle bir düşünürseniz eminim siz de hak vereceksiniz, mühendislik ile ilgili işlerde güven kelimesi belki hiç geçmez fakat projelerin her yerinde, tesliminden tutun sağlamlığına, maliyetinden tutun uzun vadeli bakımına ve geliştirilişine kadar her konuda, projenin her köşe bucağında güven ile ilgili küçüklü büyüklü koşullar, öneriler, tavsiyeler vardır.

İyi ve başarılı bir mühendis gözü kapalı güvenebileceğimiz, ibadet eder gibi çalışan, sözü her zaman doğru çıkan, eğer doğru çıkmıyorsa bunun bedelini gururla ödemek için gerekli fedakarlıkları yapıp durumu telafi eden, yalanı dolanı dolabı olmayan, rüşvet almayan, rüşvet vermemek için azami çaba harcayan ve rüşvetin yarattığı çürüyüşün kendine de zarar verdiğini çok iyi bilen bir mühendistir. Rüşvet vb. toplumsal değerlerdeki çürüyüş türleri büyük sistemlerde ve onların geliştirildiği projelerde ilk önce GÜVEN duygusuna zarar verir.

Eğer biraz daha yakından bakılırsa, korku, acımak gibi duyguların da ikincil ama önemli roller oynadığı görülür mühendislik projelerinde… Proje sonunda ekibin motivasyonunda ya da insanlara zarar vermek riski taşıyan çok ağır görevlerde çalışan kişilerin davranışlarında bu etkileri gözleyebiliriz… Bir projenin yönetilişi yalnızca MIL498, ISO12207 gibi sonucun kalitesini belirleyen bir takım kalıpları özü anlaşılmamış bir ‘askeri usul’ içinde uygulamak değildir.

Bir mühendislik projesinde ekibin motivasyonunu kontrol etmek ve liderlik edebilmek ekibin duygularını doğru yönetmekten geçer. Sizin takdiriniz bunun aksi ise, size şu soruyu sormak zorunda kalırım: İş güzel, ücret güzel, o zaman bazı mühendisler niye intihar ediyor?
Konu ile ilgili hayati derecede önemli bir yazıdan yaptığım çeviri-düzenlemesini aşağıda ince dikkatlerinize sunuyorum. Bu yazıda yalnız yukarıda kullandığım bazı düşüncelerin temellerini değil aynı zamanda uzun süreli dikkat toplamaklığın neden olduğu rahatsızlıklar vb. büyük sistem psikolojisinin affektif temellerine önemli değinişler bulacaksınız. Bundan sonraki yazılarımda affections – affective disorders vb. duygularla ilgili konularda da yoğunlaşacağım.

Tabii, son söz VİCDAN’ın. Avrupa Hava Seyrüseferi Güvenliği Kuruluşu EUROCONTROL ’de her iki yılda bir yapılan eleman değerlendiriş formunda 12 madde vardır. Bunlardan biri ‘professional conscience’ yani ‘mesleki vicdan’dır. Gönül ister ki ülkemizin büyük sistemlerle ilgili önde gelen şirketlerinde de MESLEKİ VİCDAN hatırlardan eksik edilmesin. Gönül ister ki yalnızca bu tür basit şeylerin gerçekleşmekliği için ülkemiz adım adım Avrupa Birliğine ’teslim olmasın’…

Ali R+ SARAL

BEYNİN EŞLEŞTİRMEKTEN ALDIĞI İÇSEL ÖDÜL
(The Brain’s Internal Reward from Matching)
Brian Bayly, Rensselaer Polytechnic Institute, Troy NY
Çeviren ve Düzenleyen: Ali Rıza SARAL

Kısa Özet
Zevk duygusu kişinin beyninde belirir. Hoş bir tat gibi tek bir uyarıcı tarafından harekete geçirilebildiği gibi iki unsurun, bir hatıra ve yaşanan ana ait bir algının biraraya gelişi nedeni ile de harekete geçebilir. Bu gibi karşılaşışlar tarafından oluşturulan zevkler, az fark edilir ama yaygın ve vazgeçilmezdirler. Bunlar insan yaşamının temel motive edicileri, şevklendiricilerindendirler.

Bir zevk kasılışı hiçbir harici uyarıcı olmadan yalnızca kişinin beyni içindeki işlemler sonucunda gerçekleşebilir. Örneğin, uykudan yeni uyanmış bir kişi bir basirete(kafasında bir fikir belirişi) ulaşabilir ve bundan doğan bir memnuniyet kasılışı yaşayabilir.
Basiret muhakemeseldir, cortex(kabaca beynin dış tabakası) içine uzanan sinirsel ilişkilere sahiptir, öte yandan fizyolojisi çok ayrı olan memnuniyet ya da zevk kasılışı büyük ölçüde subcortical’dır.

Daha nice bağlamda, zevk cortexe ait olaylardan doğar, çoğunlukla da bir müzik notasının önce beklenip sonra duyuluşu gibi eşleştiriş içeren olaylardan. Eşleştiriş bir niyet ve sonuç, bir hatıra ve o ana ait bir algı, yarım bir desen ve onun tümleyicisi, bir bulmaca ve onun sonucu vb. arasındadır.

Her durum bir üçlüdür: eşleşmiş ya da birbirine uyan iki oluşturucu olay ve sonunda ortaya çıkan zevk kasılışı. Bunun gibi zevk kasılışlarına ait delillerin çoğu öznel(subjektif)dir. Nesnel olarak yalnızca ensefalografi, fMRI ve kendini-uyarış(self-stimulation) aracılığı ile ve dolaylı ipuçları elde edebiliriz.

Eğer daha önce görülmüş ya da işitilmiş bir kelime kişiye ikinci bir defa sunulursa, olay-ilişkili potensiyeller ve hemodinamik(durdurulamayan) patlayışlar olur; Aynı zamanda çok sayıda kimyasal madde ve çoğunlukla cortexaltı bölgesindeki konumlar için, kendiliğinden-uyarılış(bir çeşit zevk-duyusundan kaynaklandığı varsayılabilen) bulunmuştur. Fakat kimyasallar, konumlar, patlayışlar ve potensiyeller zevk kasılışları ile zar zor ilişkilidir; öznel olarak iyi bilinse de zevk kasılışı süreci kendi başına fizyolojik olarak henüz bilinmemektedir.

Bu konunun ilgiye değer bulunuşunun nedeni, nadiren farkına varılacak kadar çok yaygın bir olgu olan eşleştirişten kaynaklanan zevkin bizim işleyişimizin merkezi bir özelliği oluşudur. İnsan muhakemesinin maymunlardan kopup farklılaştığı yol ayrımında, eşleştirişten kaynaklanan zevk belirleyici bir rol oynamış olabilir ve insan muhakemesinin incelenişinde çeşitli ipuçları bu üç yönlü bileşenler aracılığıyla teke indirgenebilir.

Giriş
İnsan yalnızca kafasında bir takım fikirleri evirip çevirirken bile bir zevk spazmına ulaşabilir. Böylesine bir zevk ya da ödül içsel olarak değerlendirilir çünkü bütün süreç beyin içinde gerçekleşir. Fakat harici uyarılar da bir beyni kendini ödüllendiresi için uyarabilir; böyle durumlarda, süreci harekete geçiren harici bir uyarı olsa da, zevk kasılışına neden olan işlem süreçleri beynin içindedir. Burada amacımız içsel ödülü bir çok bakış açısından incelemek, yani kendi yapısına ilişkin mümkün olduğu kadar çok ipucu toplamaktır. Bir yan amacımızda aşağıdaki soruyu sormaktır: eğer belirgin durumlardan yola çıkarsak ve ödülün daha zayıf olduğu belirsiz durumlara doğru gidersek, söz konusu durumların çeşitliliği ne kadar genişler? Bunun çok geniş olduğunu ileri sürüyorum; belirgin durumların güçlülüğü değil fakat belirsiz durumların yaygınlığı(ubiquity) konuya önem kazandırmaktadır.

Bu yazıda ilgimiz kasılış ya da bir an gibi kısa süreli ödüllerle sınırlanmıştır. Dakikalar ya da saatler gibi daha uzun süreli etkiler yalnızca kısa vadeli etkiler söz konusu olduğunda ele alınmıştır.

Ağımı geniş atışıma rağmen, iyi-tanımlanmış bir merkezi konuyu göz önünde bulundurmağı umuyorum. Ele alacağım şeyleri iyi tanımlanmış tutmak için, ödül alınabilecek zihinsel faaliyetlere ait üç örnek ile başlıyorum. Örnekler görüldükten sonra, parçanın yapısını gösterecek bazı daha ileri yorumlarda yapılabilir.

Örnek 1. Bir kişi bir problem üzerinde bir süre çalışır fakat onu çözmeden yatağa gider.
Ertesi sabah, uyandıktan sonra fakat hiçbir dış uyarı olmadan, iki zihinsel olay gerçekleşir.
(i) problemin yanıtı bilinci içine bob diye zıplar, ve (ii) söz konusu kişi yükseliş hissini duyar. Yükseliş hissi algılanan çözüm kadar belirlidir; kişi yatar durumda olduğu, yatağının içinde rahat bir sıcaklık içinde olduğu vb. ‘nin farkında olduğu kadar güçlü bir şekilde bu yükseliş hissini duyar. Yükseliş duygusunun ne kadar sürdüğü değişkendir, fakat duyarsız halden yükseliş haline geçiş tamamen belirli bir olaydır.

Örnek 2. Resim bulmacası üzerinde çalışış.
Bir bulmaca hemen hemen tamam hale gelince, bir başarı hissi belirginleşir, fakat başlangıç aşamalarında bu duygu yoktur. Yine de erken aşamaların sıkıntıları çekilebilirdir – kişi bulmacayı zevki için yapar. Kişi bir parçaya dikkatini toplar, ona uyan ikinci bir parça arar, ve hop! İşte orada! “Bulmaca yapmak” bu gibi anlar dizisidir, ve bu gibi her an küçücük bir ödüldür.
Örnek 3. Sporda bir vuruş.
Golf, tenis, beyzbol, kriket ve diğer bir çoğu genel olarak sopa ve top oyunudurlar. Bunlardan herhangi birinde, topa sopa ile vurulur ve her sopanın ‘yumuşak bir noktası’ vardır. Merkezde olmayan bir vuruş rahatsız edicidir fakat eğer ‘yumuşak nokta’yı yakalarsanız bir yükseliş duygusu hissedilir.

Vuruşun sonucu ayrıdır. Sonuç olumlu ya da olumsuz ne olursa olsun hatta felaket derecesinde kötü bir sonuç olsa bile duyduğunuz yükseliş,yani ideal şekilde yakalayış duygusu yok edilemez bir tecrübedir.

Bu örnekleri göz önünde tutarak, üç soru ortaya koyabiliriz:
1 Bu genel çeşit yükseliş duygusuna neden olan zihinsel olaylar ne kadar çeşitlidir? (Önerilen cevap: çok geniş).

2 Bu tecrübenin kendisi ne kadar geniş ya da dardır?
Her defasında bağlamdan bağımsız ve yalnız yoğunlukça değişen “aynı yükseliş” mi dir veya yükseliş çeşitleri kadar çok sayıda yükseltici hikayeler mi vardır?
(Cevap: hemen hemen çok dar).

3 Hangi yöntemler nörofizyolojik temeller hakkında ipuçları verir? [Cevap:
(i) görüntüleyiş, özellikle fMRI and ensefalograpfi, ve
(ii) kendi kendini uyarış (self-stimulation) çalışmaları ].

Genel olarak, yükseliş veya zevk kasılışını verenin zihin içinde iki şeyin eşlenişi olduğu ileri sürülecektir. Bu öneri geçerliliğini koruyabildiği sürece, eğitim ve geleceğimiz üzerinde ve aynı zamanda evrim ve geçmişimiz ile ilgili çeşitli sonuçlara ulaşmaklığımızı sağlayacaktır..

Hangi zihinsel faaliyetler veya süreçler zevk verir?
Bir ilk kaba değerlendiriş aşağıdaki gibidir:

Dahil edilenler: şiir, müzik, görsel sanatlar, dans, dekoratif sanatlar;
bir zanaat ya da becerinin icra edilişi;
spor becerileri;
hem amatör hem de profesyonel (bilim, matematik vb.) bulmacalar,
şakalar.

Hariç tutulan: sıcaklık, hoş koku, hoş tat vb. duyularımıza sadece uyumlu gelen olaylar;
muhakemeselden çok güdüsel veya hormonal olan, cinsel faaliyet, bebek emzirmek, bir yarışı kazanmak, açlığı ya da susuzluğu bastırmak gibi süreçler.

3. sorudan sonraya ertelenenler: Okumak;
Sosyal faaliyetler, özellikle sohbet;
Birisini ya da bir binayı tanımak, veya eski olayları hatırlamak gibi bellek süreçleri
İlk grup içinde bazı hemen göze çarpan figürler vardır, mesela tekrar. Şiir, müzik ve dansta tekrarın özel çeşitleri olan ritim veya ölçü vardır. Şiirin ikinci bir yanı olan kafiye bir başka çeşit tekrardır. Mimari ve tığ işi motiflerin doğru tekrarı nedeni ile zevk verirler. Bir ekmek dilimini ustaca kesmek bile eğer art arda aynı şekilli dilimler kesilirse ortaya bir zevk çıkışına neden olur.

İkinci tür bir gruplayış aşağıdadır:
Bir niyet ve ona denk düşen bir olay;
Bir beklenti ve ona denk düşen bir olay;
Bir ihtiyaç ve ona denk düşen bir olay;
Bir umut ve ona denk düşen bir olay;

Niyetleri göz önüne alınız: bir zanaat ya da ustalığı icra eden herhangi bir kişi için, niyetlenilen ile denk düşen bir sonuç üretişin tekrar tekrar verdiği zevk vardır. Ve icra etmekte bir ustalık olduğu için, bir müzisyen ya da dansçı belirleyici nota veya hareketi tam istediği gibi yapmaktan zevk alır. Öte yandan, bir izleyici açısından, bir beklenti ve bir olaydır denk düşüp eşleşen. Örneğin, tekrar müziği ele alırsak, yalnız icracı tam olarak o notayı çalmağı niyet etmez ama aynı zamanda dinleyici de onu bekler ve eşleştiriş gerçekleşince zevk alır; aslında o notanın gelişi neredeyse bir ihtiyaçtır.

Benzer şekilde bir kemer inşası hemen hemen bittiğinde ve yalnız en üstteki son taş eksik kaldığında, son taşın yerleştirilişi zevk verir; bu durumda, bu olay niyet, beklenti ve ihtiyacın her üçünü de karşılar.

Bir niyete, bir beklenti vb.’ye olan bağlantı zevkin eşleştirişten doğan tek algı olmadığını belirtmeğe müsaade eder; hatta eşleştiriş zevki o andan doğan tek zevk bile olmayabilir.
Bir ustalık ya da yeterlilik duygusu da zevk verir ve sonuç niyete denk düşüp onunla eşleşirse, eşleştiriş kadar ustalığın da tadını çıkarırız. Öte yandan, gelesi beklenen bir müzik notasıyla ilgili dinleyicinin hiçbir niyeti yoktur – yalnız icracının vardır; dinleyici daha çok bir gerilim içindedir ve beklenen nota geldiği zaman, eşleştiriş kadar rahatlayışın da tadını çıkarır.

Bu örnekler şunu vurgulamak için: Bu durumların herhangi birisinde eşleştirişten kaynaklanan zevkin zevk alışın ana kaynağı olduğunu kesinlikle belirtmiyorum, hatta önemli bir kaynağı olduğunu; belirtmek istediğim nokta bunun yaygınlığı, eşleştirişten kaynaklanan zevkin alınan genel zevkin bir parçası olduğu anların çok geniş çeşitliliği…

Mümkün durumların toplam sayısı o kadar çok ki birkaç belirtici örnek daha verişimiz yeterli olacaktır:

Bir espri bir öncül ifade ve vurucu-satır’dan oluşur. Öncül ifade düşüncelerimizi belirli bir şeye yönlendirir; vurucu-satır (sürpriz etkisi sağlayarak) başka bir yönden gelir fakat duruma uyduğu o anda görülmek gerekir; aksi halde espri başarısız olur.

Mart 1953’te, James Watson, DNA hakkında kafa yorarken masasının üzerinde iki çift kesilmiş şekil vardı. Çiftin bir tekini böyle diğerini öbür türlü eşleştirince her ikili geometrik olarak benzer hale geldi! Ve böylece eşleştirerek DNA bulundu. Buna benzer, bir çok kutlayış ya da Eureka anları vardır. Bunlar birinin uykudan uyanış anı ya da ünlü bilim adamları ile sınırlı değildir; herhangi bir insanın herhangi bir konuyu anlayışı adım adım artar, ve her adım daha önce ayrı ayrı bilinen fakat bağlantısı kurulmamış olan iki şeyin nasıl ilişkili olduğunun aniden algılanışıdır.

Her defasında aynı zevk mi alınır?
Hayır, fakat bütün tecrübelerin ortak bir yanı vardır. İnsan beyni dikkat çekecek kadar paralel çalışan bir işlemci(processor)dir; herhangi bir anda sayısız farklı işlem süreçleri(procedure) devam etmektedir. Yalnızca bir grup, bir noktaya kadar bilinçli küçük bir azınlık üzerinde dikkatimizi toplayabiliriz; o zaman bile eşzamanlı işlem süreçleri geçerli kuraldır.

…eşleştiriş ve ona EK OLARAK başka bir şeyden zevk alıyoruz

Bir beklenti sonuç ile eşleşip gerçekleştiğinde, gerilimden kurtuluruz; Bir niyet eşleşip gerçekleştiğinde, ustalık veya zafer hissi alırız. Bir ihtiyaç eşleşip karşılandığında veya bir sorun hallolduğunda, eşleştirişin tadını çıkarır ve ustalık ve gerilimden kurtuluşu hissederiz.

Bir espri dinleyicinin durumu o anda yakalayamadığı özel durumda, tam bir saf örnek sağlayabilir.

Çok sayıda dakika veya saat boyunca dinleyici hem öncülü hem de vurucu-satırı zihninde taşır;
Sonra aniden “jeton düşer.” Olay istemeden, niyetsiz ve beklenmeden olmuştur, yine de bir gülümseyişi harekete geçirir; eşleştirişten kaynaklanan makul saflıkta bir örnektir.

Öyle ise sav, zevkin geniş bir bağlam çeşitliliğinde zihnimiz içinde iki şeyin eşleştiği zaman hissedildiğidir. Yoğunluk durumdan duruma değişir ve aynı zamanda daha başka ne olup bittiği konusunda büyük bir çeşitlilik vardır. Her defasında aynı tür zevkin tekrar belireceğine ilişkin basit düşünceyi şimdilik koruyabiliriz.

Gerçekte insan hayatı boyunca, güçlükler binbir türlü fakat fizyolojik yanıt repertuarımız (korku, kızgınlık, vb) aşırı derecede küçük. Düşünceler sayılamayacak kadar çok fakat duygular onlara göre daha az.

Tuesday, October 09, 2007

BİLGİYE ERİŞMEK

Babam bize mücadele etmeyi öğretti. Yumruk atmak, bilek güreşi, satranç, briç, tavla, çeşitli sporlar, fikir tartışması, vb… Ama bence en önemlisi, tıpkı bir dağcı gibi tırmandıkça daha çok tırmanma tutkusunu, mücadele etmekten zevk almayı öğretti. Bunu nasıl yaptı? Bilmiyorum. Belki ismimi öğrettiği gibi. Komando askerlerine bakınız… Belki onlara öğrettiği gibi.

Bu yazımda mücadele etmek üzerine babamdan öğrendiklerimi ve onun üzerine eklediklerimi ya da çeşitli ülkelerde edinmiş olduğum görgülerimi anlatacağım. Aslında oyun psikolojisi, çok katılımlı yarışlar, iki rakipli oyunlar gibi konularda yazacağım bir çok yazının ilki oluyor bu… Bir bakıma baba mesleğine bir dönüş… Bundan sonra gelecek ilk bölümde ise kişinin yalnız başına oynadığı, doğaya karşı, maddenin tabiatına ait gizlere karşı, ya da teknik bir zorluğa karşı çeşitli mücadelelere değineceğim.

Attığınız kurşun geri gelir. Geceleyin bir düşmana ateş edin, üstünüze mermi yağar. Çünkü yerinizi belli etmiş olursunuz. Aslında bunun altında yatan daha derin bir neden vardır: Karşınızdaki kişi düşman da olsa bir insan ve siz de insansınız.

Erich Maria REMARK’ın Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı kitabının anahtar bölümlerinden birinde Verdun’da gece saldırısında kaybolan ve bir şarapnel çukuruna sığınan bir Alman askerin karanlıkta aynı çukura düşen bir Fransız askerin gırtlağını kesişi ve sabaha kadar onun can çekişmesi ve ölmesini birlikte yaşayışı anlatılır. Alman askerin çektiği güçlüğün nedeni, öldürdüğü kişi ile benzer özelliklere sahip oluşudur. Cebinden çıkarıp adresini, ismini alır bu sırada aile fotoğraflarını bulur… İki askerin ikisi de insandırlar, aileleri, çocukları, gelecekleri vardır. İkisini de kavrayıp içine alan insan kavramının birer vücut buluşudurlar(embodiment).

Şiddet, tabiatı gereği, tıpkı elinizde tuttuğunuz bir silah gibi yalnız uygulanan kişiye değil bizzat uygulayan kişiye de zarar verebilir. Öğretmen olarak sınıfta sesinizi biraz yükseltin bakın neler oluyor… İstediğinizi cezalandırmağı başarsanız bile öğrencilerin şevkini kırdığınız için kendi kendinize bir yığın iş çıkartırsınız. ‘Silah taşıyan kişi karşıdan da silahlı bir yaklaşım gelmesini göze almak zorundadır’. ‘Elinizde bir silah olmaktansa olmaması daha iyidir. Nasıl yapacağını bilirse, insan çıplak elleri ile bile çok tehlikeli olabilir’.

Bizim kuşağımızda anne-babanızın kulağınızı çekmesi, yeri gelince tokat atması doğal karşılanırdı. Şimdi bazı ailelerde kuvvet kullanımı tümü ile reddediliyor. Öte yandan, toplum hayatında kuvvet kullanmak, şiddete başvurmak kaçınılmaz oluyor günümüz dünyasında… Toplumun iç ve dış güvenliğini sağlamak için devletlerin uzman kuruluşları var.

Şiddet kullanmanın vazgeçilmezliği, şiddetin yanlışlığını ortadan kaldırmaz. Bazan gerçekten çocuğunuzu kuvvetle cezalandırmak zorunda kalırsınız. Sorun büyük bir olasılıkla işler o noktaya gelinceye kadar ebeveyn olarak gerekli tedbirleri almamış ya da alamamışlığınızdan kaynaklanıyordur… Çevre faktörü de var tabii… Öyle bir an olur ki kuvvet kullanmak çocuğun geleceği açısından kaçınılmaz olabilir… Gerçekte yaptığınız şey çocuğun geleceği için, onun geleceğinden bir borç almaktır, torununuzu bile etkileyebilecek şekilde…

Bir kutsal ya da haklı dava bir insanı öldürmeyi ya da ona acı çektirmeyi gerektirebilir. Ama hiçbir dava bunu doğru kılmaz. Çünkü HEMINGWAY’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı kitabında DONNE’nin dediği gibi:

Hiç kimse kendi başına bir Ada,
kendi başına bir bütün değildir;
her insan Kıt’anın bir parçası,
bütünün bir bölüğüdür;…

Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşında yenik düşüp ölen Batı’lı askerlerin anaları için söyledikleri boşuna sarf edilmiş şirin sözler olmamak gerek…

Şiddet ve kuvvet kullanmak bir uzmanlık işi… Komando eğitim subayı olan babamın bize öğrettiği bir nokta ‘Şiddet kullanacaksanız uzun süreli iz bırakmamasına dikkat ediniz’. Öğretmen olarak gözlemlerim: Cezalarda kullanılacak kuvvetin işlenen suçla orantılı olması önemli. Cezanın herkesin önünde değil özel olarak verilmesi… Cezanın tereddütsüz gecikmeden ve en kısa sürede uygulanması…

Birisine dayanamayıp bağırınız! İlk önce kendinize zarar vermiş olursunuz… Psikolojik durumunuz katılaşır, gerginleşirsiniz. Karşınızdaki insana zarar vermiş olsanız da bu arada kendinize de zarar vermiş olursunuz… Kuvvet kullanmanın tabiatında vardır bu… 300 tonluk bir uçağı yerden kaldıran bir pilot, büyük bir şilebi Istanbul boğazından geçiren bir kılavuz kaptan, bir savaş gemisi kaptanı … Bunların hepsi devasa büyük sistemleri kullanır ve o sistemlerdeki büyük güce hükmederler. Sanıyor musunuz ki bu insanlar her gün yüzlerce kişinin can güvenliğini, milyonlarca dolar değerinde mal güvenliğini hiçbir psikolojik bedel ödemeden kaldırıyorlar ve o ‘büyüklüğün (grandeur)’ yalnızca sefasını sürüyorlar? Paraşütle atlamayıp bozulan uçağıyla birlikte düşen pilotları, batan gemisini terk etmeyen kaptanları unutmayınız…

Unutmayınız, psikolojik rahatsızlıklar belirli bir genetik yatkınlık gerektirseler de daha çok davranışsal ve sosyal olarak geçiyorlar. Örneğin depresyon virütik bir nezleden çok daha bulaşıcı… Internet’te psikolojik destek vb. ile asker ya da ordu kelimelerini aratırsanız, ABD ordusunun konuyla ilgili uyarıcı dökümanlarını bulabilirsiniz. ABD ordusu asker ailelerinde, asker kişinin isteği dışında kendisinde oluşan psikolojik sorunları diğer aile fertlerine taşıdığını belirtiyor. Doğrusunu isterseniz, hiç şaşırmadım. Sinirsel gerginlik, ani patlamalar, çok yüksek sesle bağırmalar vb… Kuvvet kullanmanın gerekliliği, yanlış olması gerçeğini ortadan kaldırmadığı için, askerler bu yanlış işi yapmanın bedelini psikolojik olarak ödemek zorunda kalıyorlar. Çünkü birilerinin iç ve dış güvenliği sağlaması zorunlu… Bu kadar sene sonra, şimdi niye askeri kamplara ‘Özel Eğitim Merkezi’ denildiğini belki daha iyi anlıyorum.

İyi güzel de tüm bunların ‘Bilgiye Erişmek’ ile ilgisi ne diyeceksiniz… Lütfen, şimdi buraya kadar yazdıklarımdaki yaklaşımı yeniden okuyunuz… Engineer(Mühendis) kelimesi ilk olarak antik dönemlerde şehir kuşatmalarında kullanılan mancınıkları yapan kişilere verilen addır. Ülkemizde de ilk mühendislik okulu askeri okul olarak(2) açılmıştı…

İki rakipli mücadele teknikleri ‘Bilgiye Erişmek’ yöntemleri hakkında kuvvetli ipuçları verebilir.İki rakipli mücadele tekniklerinde rakibin güçlü ve zayıf noktalarını, iyi ve kötü zamanlarını bilmek hayati derecede önemlidir. Çünkü kazanmak yalnızca kuvvet üstünlüğüne değil, rakibin en zayıf olduğu anda, en zayıf olduğu noktada doğru niteliklerle bulunmaya da bağlıdır. Satranç oynayanlar bilir, rakibi zayıflatmak için açık vermeniz, onu güçlerini bölüp size saldırmaya teşvik etmeniz gereklidir. Eğer kendi içinize kapanıp, köşenize dönerseniz, rakibinizi tanımak fırsatını yakalayamazsınız… Tıpkı ayağı yere basan bir yönetici gibi, bir boksör de açık verip karşısındaki rakibinin nasıl saldırdığını, bu arada farkında olmadan ne gibi açıklar verdiğini incelemek zorundadır.

İki rakipli oyunda, tek oyunculu oyunda da geçerli olan önemli bir nokta var. Aslında, hiçbir zaman kendi köşenize çekilmek, kendi içinize kapanmak mümkün değildir. Çünkü rakibiniz de siz de aynı vücut buluşa(embodiment) aitsiniz. Rakibiniz kendi kendini inceleyerek sizin hakkınızda bilgi edinebilir.

BBC – Learning Space – The Open University’nin The Body: a phenomenological psychological perspective adlı sitesinde: (1)

‘Vücut sahibi olma hissimiz parmak uçlarımızda bitmez, aksine derimizden öteye bakışımız içinde kapsanan nesneye kadar uzanır. Algılama, eylem ve karşı-eylem vücut ve dünya iç içe geçtikçe en azından bir noktaya kadar birbirleri ile bağlantılıdırlar. Vücutlarımız, olgusalcılara göre, yalnız derilerimiz içinde var olmazlar; dünyaya doğru uzanırlar’.

Kanımca yukarıdaki anlayışı, rakiplerin aynı vücut buluş(embodiment)’a sahip olmaları nedeni ile, birbirleri içine uzanışları şeklinde yorumlamak mümkündür. Kısacası, rakibiniz de bir insan, en azından kendisinin zayıflıklarını biliyor ve başlangıç noktası olarak bu zayıflıkları sizde arayabilir. Düşman ile aramızda kesin bir çizgi, bir ayrım yoktur, düşman içimizde devam ediyor. Öyle ise düşmanı yenebilmek için kendi zayıflıklarımızı ondan önce bulmak ve tamir etmek zorundayız.

Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa olmalıdır. O satıh varlığımızda vücut bulan benliğimizdir.


Ali R+ SARAL

(1) Aslı:3 Phenomenological Accounts 3.3 A body-world interconnection (Vücut – Dünya Bağlantısı)…Our sense of bodiliness does not stop at the fingertip but instead, stretches out beyond the skin to the object captured in our gaze. Perception, action and interaction are interconnected as body and world merge, at least to a degree. Our bodies, phenomenologists argue, are not just contained by what in inside our skin; they reach out into the world.

(2) İstanbul Teknik Üniversitesi, 1773 yılında Mühendishane-i Bahr-i Humayun adıyla III. Mustafa döneminde kurulmuştur. Gemi inşaatı ve haritacılık öğretimi yapan bu kurumdan sonra kara ordusunun teknik kadrosunu yetiştirmek amacıyla 1795 yılında Mühendishane-i Berr-i Humayun kuruldu. Bu okul, 1847’de mühendislik eğitimi yanında mimarlık alanında da eğitim vermeye başladı. 1883 yılında kurulan Hendese-i Mülkiye, 1909’da Mühendis Mekteb-i Alisi adını alarak ülkenin alt yapı inşaatlarında görev alan kadroları yetiştirdi. Mühendislik ve mimarlık öğretimi, 1928 yılından itibaren kişilik kazanan Yüksek Mühendis Mektebi’nde, 1944 yılından sonra da İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sürdürüldü. 1946 yılında İnsaat, Mimarlık, Makina ve Elektrik Fakültelerinden oluşan özerk bir üniversite oldu. (Kent Haber http://www.kenthaber.com/universite.aspx?ID=43)

Wednesday, October 03, 2007

THE DEVIATING MIND

THE DEVIATING MIND

To Mr. Ahmet ARZIK,

Brain is one of our organs which does not have the ability to move. Think of the brain’s functional development during the process in which a new born grows up to become an adult. Our brains develop from the cognitive level of a little ‘snail’ which moves with its nutrition instinct, to a chess master who challenges a supercomputer…

What surprises us is not solely the impressive amount of change that our cognitive abilities undergo in our personal development process… This organ of ours which can not even move by itself, can deviate itself in a matter of a season, a couple of days or a few seconds because of the changing environment or its own inner conditions. According to our mood may this organ remember what it likes or forget what it does not, namely it deviates our remembering ability depending on the subject, it certainly does not work very well in hot summer days, on the other hand ina state of emergency, your brain orders your body to make the correct move in a much shorter time than you can consciously decide...

If we look in our cognitive activities closely, we can notice a complexity rising from variety and adjustability. This complexity increases because of the variety and uniqueness of each adult person’s individual solution in comparison to many others… ‘No two fingers of a single hand are the same’. On the other hand, ‘Every person is different but not different from all’…

The fact that our brains have many different abilities, gives us the possibility of creating our cognitive functions one by one through different combinations of these abilities. For example, a not very well educated person can still make quick and correct decisions with his/her feelings and instinct. University language preperatory school English teachers can at least handle ‘sharp’ students who have got much higher grades in the university entrance exam than them, with their teaching experience and knowledge. Our cognitive abilities can not only change depending on the mental, social and physical conditions but they also vary from person to person. The effect of his/her family’s child upbringing, the individual’s knowledge and experience reservoir, the point he/she stands in life, creates variety between individuals and how they survive in the competition to be successful.

Society and individuals reduce the difficulty of problems they meet by converting them to easily percievable models. Even to a single symbol or figure... In this process our brain is sometimes reduced to a small black box by the model makers. Society has the tendency to group everything related to cognitive ability under the title of ‘intellect’… Also, if a person is ‘sharp’ he/she is frequently considered to be so always and under all conditions whatsoever…

Everyone of us takes an important exam at one stage of his or her life. We all remember the level of ‘intellectual sharpness’ or acuteness we have reached during our preparations. On the other hand, there may be moments you may have difficulty to utter even a single word after you wake up in a hot summer morning. Then, which of these two people is you, yourself? The ‘sharp’ or the ‘moron’? The answer is ‘None of them solely’. Then what is wrong about the question? The mistake is in the way we look at the cognitive abilities of human-beings… We should never forget that, even though our brain can not move an inch by itself our mind does not have a static and frozen architecture or capacity. Our brain manages to cope with changing situations not by changing its location but by deviating its own self.

A person’s mental abilities change according to its age, the situation he is in, the current subjects he deals with and many similar factors. If an experiment were made, even the sharpest person on earth might not be able to make the right decision if he were being interrogated as a prisoner of war or if his airplane lose one of its motors at 10000m’s altitude, given that he does not have the necessary training and experience… Moreover, even if he had the knowledge and experience to do so, he might still not be able to make the right decision in some cases, because the professional human brain can not stay as constant as it were when it took the qualification exam…

When the architecture of the human mind is inspected, an anatomical and biological wealth can be observed underneath its functional variety. It is not a wonder such a complex living architecture can create personalities with extraordinary abilities… The most wonderful is the fact that brain is able to provide the human-being everything needed to cope for its complex social and individual challenges.

The complexity of our brains is reflected in the way we percieve and interact with things and other people. Designing tools and systems to be used by humans requires to handle this complexity in a simplified way. Faced with any complexity, we tend to make abstractions. Abstractions not only reduce the number of the things we are concerned but also limits the domains of their items. This also applies to our approaches to the complexity of our brains.

Wickens Information Model is developed to calculate how long it will take for the user to respond to an input. The below given depiction has got so much popular that it has gained a function similar to the model that describes to primary school kids the creation of seasons based on the so called ellipse shaped path of earth around the sun.

The Wickens Information Processing Model was created to provide a convenient method to calculate the response time of the user to a signal from a system.

………………….Attention Resources


Perception………………..........……Cognition………….......Motor
(transfer to ……………............….(math,decide,……….…Response
working memory)…................memory transfer)

Short term sensory store…..…Long term memory

Visual Image Store………….....Dltm=infinity
Dvis=1500[900-3500]msec…Mltm=infinity
Mvis=5[4.4-5.2]letters…….…Kltm=semantic
Kvis=Physical

Auditory Image Store……... Working Memory
Daud=200[70-1000]msec….Dwm=3[2.5-4.1] chunks
Maud=17[7-17]items……..…Dwm(1chunk)=7[5-9]chunks
Kaud=Physical……………......Dwm(3chunks)=7[5-226]sec
……………………………...............Mwm(1chunk)=73[73-226]sec
……………………………............…Mwm(3chunks)=7[5-34]sec
……………………………............…Kwm=Acoustic or visual

Transfer durations:
(Perception)--->100msec(cognition)-->70msec(motor)->70msec

- Attention resources are used in all three stages..
- D = decay, M= residing duration in memory, K= representation format of the information
(EBERTS, Prentice Hall, User Interface Design, sayfa 166).

An other name of this model is Discrete Stages Model. The contributions of the Wickens Model may be outlined as:

1. Perception does not happen in a single moment. On the contrary, human processes the inputs and a functional transformation (for ex. from visual to semantical) happens.

2. Processing information requires time. The time that passes between the moment input comes and human responses is called the reaction time.

3. The mental timing of events that happen in a single response process. The nomenclature of the stages, durations and the definition of operations or transformations done in each stage.

4. Transformations related to the presentation of information.

5. Limits that do exist in the time and quantity domains.

6. The unit of information. Miller’s seven plus/minus two rule is alluded above in the working memory. This also points at the effect of the gained experience on the size of chunks and thus determines the perception speed.

Today, all sorts of references to this model, are not limited to engineering books as it should. Many other psychology related books refer to this model or at least have similar approaches although this model is created primarily for guessing the response time of the human to certain systems.

In this model, there are visual and auditory image stores in the short term perception memory. When we think of memory we tend to imagine a single area or even a single organ. In fact, our brain is composed of many sub-structures and sub-functions, or sub-processors as in the computer nomenclature. The visual store should be located somewhere related to the visual part of the brain and auditory memory likewise…

Wickens model states that any information written into the longterm memory is never erased.
This does not mean that, that information is accessible. Commonly established belief is ‘our memory works linearly’. On the contrary, experiments have shown that we can remember some parts of the past better than others. For example, we may remember 30-40 year old events better than closer events in the past. Our memories do not work linearly on the time basis.

Our memories have an addressing mechanism which is triggered by content. Human memory is a marvel on one hand and an enigma on the other because of its non-linearity… The complexity of social events may be explained by the complexity of the minds of people who create them and the way their minds work… Writing to the memory and access to it is determined not only by content but also the environment, the mood, etc. Our memories’ refreshing mechanism is also not linear… It is a scientificly proven fact that a person who remembers a bad event in the past tends to remember bad things after this… An other example for the content triggered addressing mechanism is the fact that we can remember things related to ourselves better than other things…

The basic speciality of the Wickens model is the transformation of the information’s presentation format. For example, a figure percieved by the eye is stored in the visual image store in the physical format but transformed to the visual format when passed to the working memory…
It is the most reasonable approach to assume that these physically percieved information are accessed in the working memory through some buffer zones. This also implies that the working memory does not have a homogenous function as commonly assumed. The saying that people working under heavy mental load ‘can not see or think anything else than their work’ has a piece of truth in it. The increased mental load causes temporary changes in the memory usage. These people become forgetful or get easily distracted when doing even simple daily things. The reduction of perception abilities of people working under heavy mental load can be attributed to the reduction of input buffer space by the working memory to increase space for logical etc. cognitive tasks.

A common misunderstanding in the society that is fostered by the Wickens model is that human memory is a uniform single structure. For example the episodic bellek which is located in the frontal part of our brain is a special memory that helps to form the sense of time and reality. Episodic memory keeps track of events and provides information about sequence, duration, reality to the general use of our brain. People who work under heavy mental load frequently forget what they have done. They first take a book from the table and put it on the bookshelf, then a few moments later they forget what they have done and try to put the book on the shelf again, thus they can not find it on the table. While working at EUROCONTROL Software Team Karlsruhe, Chritian PETIT who was working on a difficult task in a terrible political climate had told me ‘This is a natural situation, I can not remember the color of the traffic light after I pass them while driving’ as an answer to my similar complaints.

If we study this example closely, with the assumption that the episodic memory has a buffer;
the events that have happened should have been written to the buffer in their happening sequence… If the working memory is overloaded during the events, the memory allocated to the episodic memory buffer is deallocated and put in the service of general purpose or other working memory. As a result of this the working memory allocated to the episodic memory buffers is cancelled or dramatically reduced. In this case, the mentally overloaded person can not remember an event which has happened a few moments ago, because the episodic memory input buffer related to that event has been erased and used for some other purpose.

An other example to the case of mental overload reducing the perception is: a person driving an automobile, airplane or any system loses control of command due to the increase in his reaction time caused by mental overload(mostly talking). A special case related to this situation is air traffic controllers making mistakes while working with divided attention (Investigating Controller Blindspots, Dr. Barry Kirwan, HINDSIGHT 5 – July 2007 ). When dealing with a difficult situation with a relatively calm background , the controllers have to focus on the high priority troublesome situation but after fixing this problem they should remember the cases in the background. Unfortunately in some cases it has been observed that after the primary problem is solved, some of the secondary problems related to the general situation have been completely forgotten and thus they have caused other important problems. The problem is the same as in the example of Ray EBERTS’s, User Interface Design book of a driver not hearing the radio when the traffic gets dense… I believe, the problem is not inability to percieve but the insufficiency of working memory resources(input buffers) which enables the resolution of the perception process in the consciousness.

Let’s study the hypothesis of mentally loaded person’s perception deficiency reversely. A person whose perception is heavily loaded should have reduced or weakened cognitive(logical, decision making etc) functions… Let’s imagine a commando soldier in a commando exercise as a person whose perception is heavily loaded. Fast moving targets appear suddenly or move in front of him during the exercise. The soldier is expected to fire and hit the targets with his reflexes rather than think and make decisions cognitively. Balthazar GRACIAN alludes to an old addage in his ‘The Art of Worldly Wisdom’… ‘It is difficult to make decisions when driving a horse’. The more the percieved things, the more buffers for different inputs… If you continue to increase the inputs even more, wrong actions produced by making decisions based only on reflexes rather than judgement appear. We end up with incidents such as the 1992 incident when an American pilot fired at an helicopter which carried American and Turkish officers.

An other aspect of this subject is how much should the system user be loaded when designing complex screens such as radar displays. Displaying every information spatially makes the access to them easy but the designers’ general tendency is to abuse this principle. The requirements creep also fosters this tendency… The output of these wrong tendencies is visually overloaded screens. The overloaded screens is developing at the expense of losing and leaving the judgement ability of the large systems or air traffic controller out of function… The large system controller is turning out to be a simple sensor that reacts rather than judges and decides…

Contrary to this phenomenon, Situation Awareness should depend on human mind’s variable thinking depth, variable thinking speed and ability to think with things it does not know or remember, its multi-processor pseudo-god control ability which directs its conscious-subconscious balance.

I tried to drive your attention to the common misbeliefs about the human mind. Besides this, I outlined the popular Wickens Model and noted some misunderstandings about it which reduces the system user to a simple sensor. I hope to be pondering on thinking speed vs thinking depth, the balance between conscious and subconscious and mental control vs automatic processes in my future articles.

An antique Hellenic philosopher has said ‘Know yourself’. A weak point of this adage is that the person or anonym persons who used this adage have at least a single self. The Anatolian-Eastern tolerance of Mevlana, although not that old, reflected in the adage ‘There is a self in myself’ would perhaps say ‘My son, be aware of yourself from time to time without any intention to do so and do not forget to feel your poor body once in a while’.

‘May your mind be fresh and be all the rest nice’.


Ali R+ SARAL

Note: Besides serving the benefit of the general public, has this article been written to be used in the education of air traffic controllers, large system operators and the engineers.